2016 / Fazlalıklardan arınma ve daha kolay algılanma senesi…
2016 yılının ilk 9 ayına dönüp baktığımızda kurumsal kimlik tasarımının özünü temsil eden logo/amblem tasarımlarında markaların fazlalıklarını attıklarını, grafik tasarım anlamında daha net bir çizgiyi sahiplendiklerini görüyoruz.
Birkaç örnek ile 2016’daki bu belirgin kurumsal kimlik tasarım trendini sizinle paylaşmak istiyorum. Markaların isimlerinin daha kolay okunur olmasını tercih ettikleri ve buna yönelik değişikliklere gittikleri, tasarımlarını sadeleştirdikleri bir sene oldu.
Başarılı dokunuşlar yeni logolara farklı bir lezzet kattı. Ben de sizin için lezzeti olan markaların geçirdikleri kurumsal değişimi paylaşmayı seçtim.
FANTA: Bir portakalın içerisine yerleşmiş, hareketli, kıpır kıpır fonta veda zamanı… Fanta artık daha kolay okunan bir fontu sahipleniyor ve portakal figürünü arka plana atıyor.
POLO: Fanta ile arasındaki yönelim benzerliğini farkettiniz değil mi? Polo da öncelikli olarak markasının daha kolay okunmasını istemiş ve etrafı çerçeveli, dişi font kullanımını tercih etmiş. Artık logotype paketin içindeki naneler gibi bembeyaz. Bununla birlikte destek renkler olan yeşil ve lacivert korunmuş.
BUDWEISER: Fazlalıkları atma senesinde en çok öne çıkan markalardan biri ünlü bira markası Budweiser oldu. Tacını bıraktı, ana çizgileri koruyup diğer tüm tasarım öğelerini marka görselinden çıkarttı.
AQUAFINA: Bu sene sadeleşmeyi seçen bir başka marka da Aquafina. Su gibi duru denebilecek şekilde logosundaki elementleri rafine bir şekilde sadeleştirdi. Gereksiz görülen degrade çiziler, ışık oyunlarından vazgeçildi.
SUBWAY: Sandwich markası Subway küçük gözüken ama önemli iki değişiklik yaptı:
1- Logonun solunda ve sağındaki okları hareketlilik için yeterli görmüş olmalı ki italik font kullanımından vazgeçti. Yeni, daha yuvarlık hatlı bir fontu sahiplendi.
2- Marka isminin daha da kolay algılanması için 2 renkli bir kullanıma giderek marka ismini hecelere ayırdı.
ºcelsius 11 yaşında…
10 Haziran 2003 yılında, iyi grafik tasarımı doğru marka stratejileriyle buluşturma misyonu ile kurduğum ºcelsius bugün 11 yaşına bastı. 11 yılda birçok ulusal, uluslararası markaya hizmet verdik. ºcelsius birçok tasarımcıya, marka sorumlusuna okul görevi gördü. Sektöre kaliteli, işini iyi bilen, fark yaratabilecek profesyonel kazandırdık. reklam, grafik tasarım, kurumsal kimlik tasarımı… hep şuna inandık “büyük ya da küçük marka yoktur, vizyoner ya da vizyoner olmayan markalar vardır”. 11 yılda yolumuz hep vizyonu olan markalarla kesişti. Güzel şeyler yaptık, markalar adına fark yarattık, keyif aldık. Nice 11 yıllara…
Graffiti hiç bu kadar kurumsal olmamıştı: Ürün-Logolar
Kanadalı genç sanatçı Dorota Pankowska, bir Nutella hastası.. Hem markayı hem ürünü çok seviyor ve bu markaya olan sevgisini şehrin sokaklarına taşımak ve şehri Nutella logolarıyla donatmak istemiş önce. Sonra “Neden Nutella logosunu Nutellayı kullanarak yazmıyorum ki?” diye düşünmüş. Ordan da aklına başka markaları da aynı şekilde ürünlerini malzeme olarak kullanarak graffitiye dönüştürmek gelmiş.
Ontorio sokaklarında böylece malzeme olarak çok ta görmeye alışık olmadığımız graffiti logolar belirmeye başlamış.
Basit ama zekice bir fikir geliştirip, üzerine inşa ederek ortaya böyle bir sokak galerisi çıkaran genç Dorota’yı kutluyorum.
Instagram’ın yeni logosu…
İlk bakışta logotype’ın değişmediğini düşünebilirsiniz, ancak tasarımcı Mackey Saturday neredeyse bir “törpüleme” çalışmasıyla instagram’ın el yazısı karakterini pürüzlerden arındırıp grafiksel olarak daha akıcı bir hale getirmiş.
Amaç aslında belli: markanın ruhunu değiştirmeden “zamansız” ve hatırlanır bir logo yaratmak. Tıpkı Coca-Cola gibi nostaljik bir hissi olan ancak günümüz trendleriyle de uyumlu olabilecek bir görsel kimliği makyajlayarak devam ettirmek istemiş instagram.
En büyük değişiklik biraz Facebook‘u çağrıştıran doygun bir mavi rengin instagram’ın yeni rengi olarak belirlenmesi…
Merak ediyorum, instagram kullanıcıları bu logo değişikliğini hemen fark edebilecekler mi ve farkettiklerinde yeni renk skalasını nasıl karşılayacaklar?
Bir marka yaratmanın 3 adımı…
Bir marka yaratmanın 3 altın kuralı size markanızı yaratma aşamasında dikkat etmeniz gereken adımları gösterecek…
Her gün, farkında olalım ya da olmayalım karşımıza binlerce marka çıkıyor. Bildiklerimiz, ilk kez rastladıklarımız, bizde merak uyandıranlar, acemice bulduklarımız, görüp hemen unuttuklarımız, aklımızın bir köşesine yapışıp kalanlar…
Ve dünyada her gün onbinlerce, yüzbinlerce marka doğmaya devam ediyor… Peki, sizin markanız bu kadar farklı marka arasında duruşuyla, karakteriyle, doğru kullanımyla nasıl farklılaşacak?
Eğer bir marka yaratma sürecindeyseniz bu 3 adımlık öneriyi mutlaka okumalısınız.
Adım 1 – Marka isminizi belirleyin
Marka ismine olması gerektiğinden fazla anlam yüklemeye kalkmayın. Markanızın yaptığınız işi açıklıyor olması bir zorunluluk değildir. Ancak tını olarak, verdiği his olarak yaptığınız işe uygun olması gerekir. Bulunduğunuz sektörde sizden başka aynı ya da benzer isimde bir kurum/ marka olmadığını mutlaka kontrol edin. eğer isim bulmakta zorlanıyorsanız, profesyonellerden yardım isteyin.
Adım 2 – Logonuzu tasarlatın
Markanızın kulağa nasıl geldiği ile göze nasıl göründüğü bir bütünlük içinde olmalı. Logonuz markanızın karakterini görsel olarak tamamlayan en önemli öğe olacak. Logoyu sadece harfler ve renkler olarak görmeyin ve grafik okuyan yeğeniniz yerine bu işte uzman bir kurumun kapısını çalın (örneğin celsiusbt.com). Markanızı bir insan gibi düşünün. Bu aşamada ona doğru ruhu, doğru karakteri, doğru giysiyi sağlamanız gerekiyor. Unutmayın, markanın yaşam döngüsü bu adımla başlayacak ve yıllar boyu aynı karakteri yansıtarak devam edecek. Hedef kitlenize, yaratmak istediğiniz marka/kurum karakterine uygun, sizi uzun yıllar taşıyacak doğru bir tasarıma ihtiyacınız var ve bu adımın geri dönüşü yok.
Adım 3 – 360º kuralına sadık kalın
Yarattığınız marka için tasarlanan kurumsal kimliği her yerde karakterini bozmadan aynı şekilde kararlılıkla uygulayın. Markanız için yaratılan logo ve kurumsal kimlik tasarımları ancak ve ancak bu şekilde karakterini doğru ve güçlü yansıtır. Kurumsal kimliğinizi kurallara bağlayın ve bu kurallardan hemen sıkılıp, bozmaya kalkmayın. Uzman bir tasarımcıdan bu konuda destek alın. Kurumsal kimlik tasarımı ve kuralların oluşturulması markanızın hem sağlık, hem yaşam sigortasıdır.
marka123.com 35.000 ziyaretçiye ulaştı.
Sadece birkaç aydır markalar ve kurumsal kimlik tasarımı konusunda dünyada olan biteni, marka hikayelerini, kendi imzam olan projeleri marka123’te paylaşıyorum. Bu kadar kısa zamanda gösterilen ilgiye çok teşekkür ederim. 35.000. ziyaretçimi bugün ağırlıyor olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Hergün yeni marka hikayeleri ve fark yaratan kurumsal kimlik tasarımları marka123’te olmaya devam edecek.
Herkes davetli, bekliyorum.
Hillsider 70 / Burak Işık, cesur kartvizit tasarımlarını yazdı…
Kartvizitiniz sıkıcı olmak zorunda değil… Kurumsal kimlik tasarımında artık eski kalıplar yıkılmış durumda. Evet, sağlam, düzgün, kendinden emin kurumsal kimlik materyalleri hala dünyaya hakim ve hep olacaklar ama eğer ait oldukları marka biraz daha yaratıcı olmaya müsaitse ve markanın dışarıya yansıttığı karakter cesur olmaya eğilimliyse o zaman tüm sıkıcı kuralları unutmak gerekiyor.
Hillsider’ın 70. sayısında işte bu kartvizit tasarımlarından birkaç örnek verdim.
Hillsider’ın bu yeni sayısı elinize geçtiğinde okumanız dileğiyle…
– Sağ sayfada yer alan AIR kartvizit tasarımı ºcelsius’a ait… –
ºcelsius’tan Nihat Odabaşı Tasarımları
Bilgisayarımın başında, sosyal medya ile haşır neşir olduğum bir anda “Bana da kurumsal kimlik tasarımı yapsana…” diye bir tweet çıktı karşıma birkaç ay önce.
Tweet’in sahibi Nihat Odabaşı’ydı. Buluştuk… Nihat, nasıl bir görsel kimlik istediğini anlattı: Net, modern, abartılı olmayan, kendi sadeliği içinde güçlü ve farklılığını hissettiren…
Önce logoyu çalıştık. Üstten alttan tam bloklayarak kompakt bir logotype oluşturmak istedik. İ’nin üst noktası, Ş’nin alt noktası o kompakt alanın içerisinde kullanıldı. Logo onayımızı alınca, iş bu sade logonun yine insani dokunuşu olan materyallere uygulanmasına geldi. Öncelikle Nihat Odabaşı’nın arzu ettiği sadelikteki siyah ağırlıklı tek renk kartvizitler çıktı ortaya…
Tabi ki iş sadece kartvizitle bitmedi; hamur kağıda stickerlar ve kuşaklar tasarladık. Sarı zarflara yapıştırılmak ve özel bıçak kesim ile hazırlanan kraft CD kaplarına sarılmak üzere. Bir şirketi değil, bir kişiyi yansıtan materyaller ve his ön planda oldu çalışmamızda…
Nihat Odabaşı’nın müşterilerine göndereceği fotoğrafları korumak için tasarım çalışmasında içi baloncuklu, farklı boyutlarda sarı zarflar kullanıldı…
İnstagramdan takip ettiğimiz kadarıyla, bir tasarım projesi daha mutlu sonla bitti…
Türk sinema tarihinin en önemli marka mekanı: Emek Sineması
Emek Sineması bundan tam 89 yıl önce, 1924 yılında Beyoğlu Yeşilçam Sokak’ta Melek Sineması adıyla açıldı. İsmini perdenin iki yanında yer alan Art Nouveau tarzı melek heykellerinden almıştı. Emek Sineması’nın tarihi kimliği, Barok ve Rokoko bezeli yaldızlı tavan ve duvarları, 875 kişilik salonu ve tarihi geçmişi ile Türkiye’nin sinema tarihinin en ikonik mekanı olduğu kuşkusuz.
Emek Sineması’nın bulunduğu bina, sinema olmadan önce başka amaçlarla kullanılmıştı. 1884’te mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen ve ilk kez “Club des Chasseurs de Constantinople” (İstanbul Avcılar Kulübü) olarak açılan bina daha sonra Strangali’nin Rum Atletik Jimnastikhanesi, ardından 1909’da “Nouveau Cirque” (Yeni Sirk) ondan sonra da “Skating Palace” (Tekerlekli Paten Pisti ve eğlence merkezi)’a ev sahipliği yaptı. 1918 yılında ise “Yeni Tiyatro” olarak kapılarını yeniden açtı. 1924 yılının sonuna gelindiğinde de “Melek Sineması” adıyla sinamaseverleri ağırlamaya başladı.
Melek Sineması nasıl Emek Sineması oldu?
Sinemanın ilk sahipleri A. Saltiel ile H. Artidi‘ydi. 1945 yılındaki iflasın ardından işletmeciliği alan İpekçi Kardeşler‘den sonra, 1940’larda varlık vergisi yıllarında, bina ve külliyesi Belediye tarafından satın alındı 1957 yılında da Emekli Sandığı’na ihale edildi. Bu tarihte Emekli Sandığı, sinemanın işletmeciliğini üzerine aldı ve yenilediği sinemanın adını “Emek Sineması” olarak değiştirdi.
Bugüne kadar yüzlerce galaya, onlarca filmi festivaline ev sahipliği yapan, Yeşilçam’ın ayakta kalan en önemli sembolü olarak kabül edilen Emek Sineması, bir alışveriş merkezi projesinin içerisine yedirilmeye çalışılıyor. İstanbul’daki içinde sinema salonu bulunan onlarca alışveriş merkezinden biri burada Yeşilçam Sokak’ta yükselecek ve Emek Sineması sadece alışveriş merkezinin bir yan gelir kaynağı olacak.
Bugün sinemaseverler, İstanbulseverler ve Emek Sineması’nın gerçek bir kültür mirası olduğunun farkında olanlar bu marka mekanı korumak adına protesto gösterileri düzenliyor, konuyu uluslararası platforma taşımaya çalışıyorlar.
Ünlü Cinema Paradiso filminin bir sahnesinde film boyunca onca yaşanmışlığına tanık olduğumuz sinema binasının yıkılma anı seyreden herkesin yüreğine bir kurşun gibi saplı kalır. Umarım bu tanıdığımız, bildiğimiz, fuayesinde çamlıca gazozlarımızı içtiğimiz, cam gişesisi önünde sıra bekleyip bilet aldığımız, salonuna girdiğimizde ihtişamından etkilenip gurur duyduğumuz “bizim sinemamız” bu tarihi hatanın kurbanı olmaz.
Çünkü Emek Sineması marka değeri ile de aslında Türk Sineması’nın, Türk Sinema idealinin ta kendisidir.
50. yaşını kutlayan Ford Mustang’in adı neden “Mustang”?
Film izleyicileri onu ilk kez “Goldfinger” isimli James Bond filminde gördüklerinde yıl 1964 idi. Ford Mustang, güçlü, sinirli, kaslı yapısıyla insanı heyecanlandırıyor, bir Amerikan spor otomobilinin nasıl olması gerektiğini tüm dünyaya gösteriyordu. Biraz gösterişli, biraz abartılı ve fazlasıyla güçlü…
Bu modeli efsane kategorisine sokan iki önemli unsur ise tabiki vahşi at sembolü ve modelin ismi “Mustang” oldu.
Ford bu sene 50. yıl kutlamaları için özel bir “Mustang 50 Yıl” logosu hazırlattı. Özgürlüğünü ispat edercesine eğitimli atların tam tersi istikamete dörtnala koşan vahşi atın altında bir seneliğine 50 Yıl ibaresi yer alacak.
Yıllar içerisinde ufak tefek değişikliklere uğrayan Mustang sembolü karakterinden ödün vermeden yaşamına devam ediyor. Peki ama bu modelin adı Mustang nereden geliyor ve sembolü neden bir at?
İşte hikayesi:
Aslında böyle bir spor otomobil yaratma projesi ortaya atıldığında Ford 4 seçenek üzerinde durmuş: Mustang, Cougar, Torino ve Venice. Son ikisi anlaşılacağı üzere spor otomobil kavramını İtalyanlaştırarak pazarlamayı amaçlamış. Cougar ise yine yırtıcı bir hayvanı ve gücü simgelediği için finale kalmış. Ancak tüm bu seçeneklere rağmen Ford ekibi sonunda Mustang de karar kılmış.
Bunun ana sebebi kazanılan 2. Dünya savaşında etkin rol oynayan ve kahraman statüsünde olan “P-51 Mustang” savaş uçakları …
P-51 MUSTANG SAVAŞ UÇAĞI
İkinci dünya savaşının kazanılmasında büyük pay sahibi olan ve dünya havacılık tarihinde önemli bir yere sahip bu uçakların lakabı “Gökyüzünün vahşi atları”.
Ford, yeni üretmeye karar verdiği asi spor modeline de işte bu yüzden “Mustang” ismini vermiş ve vahşi at sembolünü 50 yıldır Mustang’lerin önünde gururla kullanıyor.